Kubilay Atlay
Neden Gezici değilim?
Birkaç ay önce OTPOR’da aktivist olan birisiyle tanıştım. Aktivizm hakkında 1,5 saat süren bir seminer verdi. Tunus ve Mısır’daki protestolardan, bir protestonun nasıl başarıya ulaşabileceğinden bahsetti. İlginç olan, protestolardan bahsederken birbirinden farklı üç olayı bir araya getirmesiydi. Tek bir slaytta protesto örnekleri verirken Tunus, Mısır, Suriye, Libya ve Venezuela’daki ayaklanmalardan, Occupy Wall Street eylemlerinden ve Gezi Parkı protestolarından sanki benzer şeylermişçesine bahsetti. Halbuki Libya ve Suriye’de yaşanan şey iç savaş, Tunus ve Mısır’dakiler seçimle iş başından gönderemeyecekleri diktatörlerine karşı haklı ayaklanmalar, ABD ve Türkiye’dekiler ise seçimle iş başına gelmiş hükümetlerin icratlerine karşı protestolardı ve bunların hepsi birbirinden çok farklı üç toplumsal olaydı. Benim gözümde yaptığı devasa hata ise Atatürk bayraklı bir teyzeyi Gezi Parkı eylemcilerinin sembolü olarak göstermesiydi.
Toplu halde yaşarken mümkün olduğunca insanların ve toplumun alt gruplarının kendilerini ilgilendiren kararları kendilerinin vermeleri gerektiğini, tüm toplumu ilgilendiren kararların verilmesinde ise demokrasinin var olan en iyi sistem olduğunu düşünüyorum. Bir insan, parasını nereye harcayacağına, akşam ne yiyeceğine, kiminle evleneceğine karar verebilmelidir. Bir apartmanda oturan insanlar topluluğu da apartmanı hangi renge boyayacaklarına karar verebilmeliler. Vergilerin oranına ise ya doğrudan, ya da seçilmiş temsilciler aracılığıyla demokratik yolla tüm toplum karar vermelidir. Karar verildiğinde ise azınlıkta kalanlara düşen çoğunluğun kararına uymaktır. Tabi ki azınlıkta kalanların bu kararlara uyması için de belli kuralların olması lazım. Örneğin azınlığın temel hakları oylamaya tabi olmamalı. Bireysel kararların sınırı çizilmeli ve toplum demokratik yöntemlerle dahi, o alana dokunamamalı. Örneğin, bir insanın kiminle evleneceği kararı demokrasinin sınırları dışında tutulmalı. Bu sınırlar koyulduktan sonra azınlığa düşen, söz konusu kararara istemese de uymasıdır.
Bu bahsettiklerimin yanında, insanların demokratik kararları etkileme denemeleri de meşru olmalıdır. İfade hürriyeti, protesto hürriyeti, lobiler bunun için varlar. Buradan her türlü protesto ve ifade kabul edilir anlamı çıkartmamak gerekir. Çöplerin toplandığı saatten memnun olmayan birisi gazeteye ilan verebilir, sosyal medyada insanları iknaya çalışabilir, daha etkili olabilmek ve sesini duyurabilmek için absürt veya mizahi yollar denemesi, bunu yaparken belediye başkanının bam teline dokunması, onu sinirlendirmesi kabul edilebilir, meşruiyet sınırları içerisindeki eylemlerdir. Ancak belediye başkanına hakaret etmesi, çöpçülere saldırması veya çöp arabasını yakması - demokrasilerde - kabul edilebilir yöntemler değildir. Bu minvalde örneğin “Wall Street’i İşgal Et” eylemleri meşru değildir. Hiç kimsenin Wall Street’i işgal edip insanların çalışmasını engellemeye hakkı yoktur. Aynı şekilde Belediye Binasını işgal etmeye hakkı yoktur. Keza hiç kimsenin bir kamu alanı olan Gezi Parkı’nı da “işgal” etmeye hakkı yoktur.
Bu işgale karşı yapılmış sert zabıta ve polis eylemlerini savunuyor değilim. Ancak değişimin yolu da işgal değildir. Nihayetinde Gezi Parkı olaylarından sonra yerel seçimler yapıldı ve hem Beyoğlu’nda hem de İstanbul’da Ak Parti seçimi kazandı. Gezi Parkı'nın ne olacağına demokratik yöntemlerle karar verilmesine taraf isek bu durumda Beyoğlu ve İstanbul Belediye başkanları ve / veya meclisleri karar vermelidir.
Gezi Parkı eylemlerine destek veren liberallerin ekseriyetinin eylemcilerden çok noktada ayrıldıklarını ve protestocuların sert bir şekilde bastırılmasının devlet şiddeti alerjisini harlaması sebebiyle böyle bir pozisyon aldıklarını düşünüyorum. Yoksa amaçları arasında “dış ticarete el konması” bulunan ve bunu gerçekleştirme yolu “direnme ve işgal” olan bir hareketle liberaller nasıl bir araya gelebilirler? Gezi Parkı'ndaki eylemciler oradan zorla çıkartılmasalar ve işgal yolunun açık olduğunu gördükleri için özel sektörün limanlarını işgale başlasalar liberaller onlarla yan yana durmaya devam edebilirler miydi? Bankalara saldırdıklarında, Starbucks’lara saldırdıklarında desteklediklerini düşünmüyorum zaten. Ama işte, bir tanesi bir Ermeni vakfına ait olan metruk buldukları evleri “işgal evi” diye adını da koyarak “kolektifleştrdiklerinde” onlara karşı ne yapılabilir?
Tebligatla işgal ettiği özel mülkü boşaltmayanların polis ve zabıta eliyle zorla, çıkmamakta direnirlerse şiddetle o evlerden çıkartılmasına, bir liberal, mülkiyet hakkı ile ilgili bütün inandıklarını inkar etmeden nasıl karşı çıkabilir?
Ben bir klasik liberal olmamın yanında bir Spinoza okuru ve öğrencisiyim. O, şirazeden çıkmış kalabalıklardan ürkerdi. Küçük bir çocukken canlı yayında Sivas’ta ortak aptallığın bireyin aklına galebe çaldığı o hazin gün yaşananları izlediğim günden beridir aynı fikri paylaşan bir kalabalığın sokakta toplandığını gördüğümde ürkerim. Spinoza’nın “Halk kitlesi korkusuz olduğunda korkunçtur” sözünü anlamadığı için duvarlara yazan “korkunç” kalabalıkların yanında olmamı, onları desteklememi nasıl bekleyebilirsiniz?
Bir demokraside yaşıyoruz. Yönetimi değiştirmenin yolu bellidir. Mülk işgali, mülke zarar verme gibi yöntemler kabul edilebilir değildir. Tabi ki polisin aşırı güç kullanmasını, hedef gözeterek gaz bombası kapsülüyle insanların göz çıkartmasını, kuytularda sıkıştırıp döve döve insan öldürmesini savunmuyorum. Ama kimse kusura bakmasın, birtakım gezicilerin maksimalist tavrını, sokakta kalabalık görünce devrim oluyor zannedip başbakanlık ofisi basmaya çalışmasını, bankalar kapatılıp büyük şirketlere el konulup ordu ve polis dağıtılmadan eylemlere son vermeyeceğini açıklamasını nereye koyacağız? Banka şubelerini yakan bir kalabalığa polis güç kullanmayacak da ne yapacak? Banka şubelerini yakabildiğini ve işgallerine ses çıkartılmadığını farkeden “korkunç” kalabalığın liderleri bu kalabalığı örneğin yakınlardaki bir limanı ele geçirmeye yönlendirseler ticaret yapan özel mülküne saldırılmış kişinin mülkiyet hakkını mı savunacak bir liberal, yoksa “kalabalıkların işgal hakkı"nı mı?
Tunus'taki eylemle Gezi olayların ayırma nedenim de tam da yukarıdaki paragrafta anlatığım şey. Tunus'ta serbest seçimler yoktu, ifade ve basın hürriyeti yoktu ve çıkan isyan liberal bir isyandı. Bedenini yakarak Arap Baharı'nın çırası olan Muhammed Buazizi'nin derdi kendisinin ticaret yapmasını engelleyen devlet görevlilerinin üzerinde demokratik bir denetim mekanizmasının bulunmamasıydı. Ticaret yapabilmek için seçim yapılmayan ve ifade hürriyeti olmayan bir ülkede sokağa çıkan Tunuslularla seçimlerin yapıldığı ve ifade hürriyetinin var olduğu bir ülkede ticaret yaptırtmamak ve polisi dağıtmak gibi amaçlarla ellerinde 80 yıllık baskıcı kemalist rejimin bayraklarıyla işgal yoluna giden Gezicileri aynı kareye sokmayı OTPOR'cu arkadaşın cahilliğine veriyorum.
Ben ifade hürriyetini mülkiyet hürriyetinden ayırmadan, ikisini bir arada savunmaya devam etmekte tutarlı olabilmek için gezici değilim. Liberallere de birisinin bir hakkını savunmanın onların ifade ve eylemlerini tasvip veya taklit etmeyi gerektirmediğini hatırlatmayı görev addediyorum.
22/01/2015
Bu makale 31465 kişi tarafından okundu.